BANA MARUZ KALMAK EN DOĞAL HAKKINIZDIR!
Ya da Ritüel
& Gösteri Söylemleri ile Ahlâk Üzerine Tezlerim
Yusuf Eradam1
Bir şey gösterin bana, bugün gösteri
olmayan. Her şey ya ‘show’ niyetine yapılıyor ya da kaza bile olsa iki dakika
sonra ya da kayıtları bir yıl sonra bulunsa bile show’a dönüşüyor. Günümüzde,
gerek gösteri sanatlarının yer aldığı seçilmiş, saptanmış alanlarında, gerekse
gündelik hayatımızın kendiliğindenliği için “gösteri” (show, performance) diye
nitelendirelemeyecek ne kaldı? Öğretmenin ders verişi, iphone’da sevgiliye
görüntülü konuşma, siyasilerin ciddi meselelerde bile sahiciymiş gibilikleri,
her edim kendi içinde showbiz ürünü olarak yaşanıyor, ego merkezli kişilik
sunumlarında.
1970’li yılların sonundan itibaren hızla dünyayı eline
geçiren teknolojik devrimin bugün geldiği noktada iphone’larımızın marifetleri
ile egolarımızın, narsisist benliklerimizin flört ettiği noktalarda, kedilere
yakışan bir özlü söz gösteri sanatlarında ahlâk deyince de aklıma geliverdi
çünkü belirleyici, olmazsa olmaz bir yanlış olarak sanatçıların ya da sunum
yapanların ve o sunumu, o gösteriyi izleyenlerin ve de o sunumun kalitesini
etkileyen alan çalışanlarının, hatta ve belki de herkesten önce iktidarın
düşüncesi olarak belirdiğinde, performansın ahlâkını da kalitesini de etkileyen
bir önerme olarak karşımıza dev bir sorun olarak dikiliyor:
(1989 yılında, İngiltere’de kibirlice yayılmış
gözlüklü bir kedi posterinin altında görmüştüm: “You have every right to be
subjected to me.”)
Bu önerme, iktidardaki kapitalizmin, Mehmet
Ayvalıtaş’ın öldürülüş anının boydan boya ‘Radikal’ damgalı mobese
görüntülerinin daha sosyal medyaya düşer düşmez reklâm alabilmesine olanak sağlar,
bu reklâmı haklı kılar. Öfkeden kudurarak bu satırları yazarsınız, alnınız
çatlayacak gibi olur bu inanılmaz ahlâksızlığa fakat sistemin bir parçasıdır,
ortadan kaldırılması gereken de haliyle odur. Kapitalizmi görmeyip onu
sürdürenleri alaşağı etmeden öldürülen gençlerimizin üzerine reklâm
koyduklarını görmeyiz, hatta reklâmı gördüğümüzü görmezden gelir, o gencimiz
nasıl öldürülmüş, aylar sonra seyirlik bir gösteri niyetine izler, işimize
gücümüze devam ederiz, Bruegel’in “İkarus’un Düşüşü” tablosunda, güneşe
ulaşmaya çalışan, olanaksızın peşinde koşan o yüce sanatçı, yaratıcı zihniyeti
temsil eden İkarus, Ege denizine düşmüş küçücük bacakları sağ alt köşede
görünür halde can verirken, tarladaki köylünün sabanı ile yelkenini açmış
geminin ve gökteki kuşun da rüzgâr ile haşır neşir yaşamlarına ve yollarına
devam edişleri gibi.
İşte tam bu noktada İngiliz tiyatro kuramcısı Charles
Marowitz’in kaleme aldığı “Oyuncunun Duası” başlıklı şiirin çözümlemesini yapmanız
gerekebilir. Rica etsem okurken sakızınızı çıkarır mısınız, “şiir başlıyor az
sonra.” Dün tiyatroda yaptığınız gibi perde açıldıktan sonra facebook’tan
arkadaşınızla çetleştiğiniz gibi okumazsanız sevinirim, bu dua gösteri sanatçılarının namus bildirgesi, ciddiyetle okuyunuz
bir zahmet. Kimileriniz için rahatsız edici olabilir, olabilir değil, olacaktır
çünkü hepimiz gösteri sanatlarını gösteriş sanatları olarak algıladığımızın ayırdına
vardığımızda, bu yanlışı görmemek için daha büyük yanlışlar yapıp başka – mış
gibiliklerden ve yeni maskelerden medet umar hale geliyoruz. Ancak aşkla
yapıldığı zaman iş ahlakını da beraberinde getiriyor, “Tiyatro imandır” diyen
Macide Tanır bu konuda tanıdığım, bizzat tanıyıp sohbet etme onuruna da
eriştiğim en büyük, en doğru örnekti.
James Baldwin’in de dediği gibi “Aşk, onlarsız
yaşayamayız diye kaygılandığımız fakat için için de onlarla yaşayamadığımız
bütün maskelerimizi düşürür.” Bir başka deyişle, işinizi aşkla yapıyorsanız,
essahtan yaparsınız, yanlış ya da hata yapmazsınız demiyorum, sahicisinizdir,
kendinize ihanet etmezsiniz.
Benim kanaatim odur ki, kendisine ihanet etmeyen de
hiçbir şeye ihanet edemez.
Ahlâk söz konusu olduğunda ve ille de gösteri
sanatları ise odak noktamız, tiyatro ile başlayacaksak tartışmaya ya da ahkâm
kesmeye, ilkin gösterinin ekseni diyebileceğim oyuncu ile başlamalıyım.
Marowitz’e ait “Oyuncunun Duası” bana olduğu gibi size de yol göstersin çünkü
sadece tiyatro için değil, her alanda üreten herkes için geçerli ahlâkî
(aktörel) ipuçları ve can yakabilecek ayna kırıkları içeriyor. (Şiirin
tarafımdan yapılan çevirisi bu yazının sonunda ekte)
Gösteri sanatlarının da tüm mesleklerde olduğu gibi
kalitelisinin kendi kendisini tanzim ettiğini biliriz, tanık olmuşuzdur. O
sanatı uygulayanlardan başka hiç kimse, diyor Terence Johnson, o sanatı
eleştirmek ya da disipline etmek gücüne sahip değildir, olmamalıdır. Kendi
alanı için konuşan sosyolog Johnson’un sözlerini bütün meslekler için geçerli
görüyorum. Johnson, aynı zamanda, profesyonellerin, en iyi şekilde çalışıp ürün
verebilmeleri için de çalışma koşullarını kendilerinin kontrol edebilmeleri, iş
pratiğini yaptıkları sırada kuralları kendilerinin koymaları gerektiğini
vurguluyor. Yukarıdaki dua da bunun en güzel örneğini gösteriyor. Haliyle profesyonel
olarak yaptığınız, hayatınızı idame ettirmenizi sağlayan işe sahip oluşunuz,
gösteri sanatları ya da başka bir “iş/sanat” olabilir bu, o mesleği, işi sizin
kontrol ediyor, sizin yönlendiriyor olmanızı da gerektirir. Devletin ya da
ideolojinin, hegemonyanın değil. Devlet tiyatrosu kavramını bu yüzden yanlış
buluyorum çünkü o sanatın, işin gelişimini, o sanat, o iş için elzem olan neyse
onu bulup kendi iç kuralları ve gerekçeleri ile, yanlışları ve doğruları ile
geliştirecek o alanda ürün veren kişilerdir ve üst-erk niteliğindeki herhangi
bir kişi ya da kurum o alanın evrilmesine ket vuracaktır, hatta alandaki
herkesin “iş ahlâkının” bozulmasına da yol açacaktır.
Herhangi bir yerde ya da merkez kavramı içinde yer
alan İstiklal Caddesi üzerinde eski bir Rum dairesinden yaratılmış küçük bir
salonda sahnelenen piyesten tutun da küresel başkanı Obama’nın bütün dünyanın
izlediği başkanlık devir teslim törenine kadar gösteri sanatlarında ahlâktan
anladığımız nedir, bu kesinlikle kişiden kişiye değişiyor, gözlemlerimle
sabittir.
Örneğin, meydanda, açık havada sunulan bir gösteriye
de küçücük bir odadaki gösteriye de sigara içmeden, içtiğinizin kokunuzdan
anlaşılmasını bile istemeyişiniz ile ahlâklı bir izleyen olduğunuzu
kanıtlayabilirsiniz, oyun başlamadan önce ‘uyarılmayı’ zekânıza, incelikli
hallerinize hakaret addettiğinizden olsa gerek, daha salona girmeden mobil
telefonunuzu kapatır, hışırtılı, şıngırtılı eşyalarınızı çıkartırsınız,
nefesinizi tutar hazırola geçersiniz. Lâkin, oyun başladığı anda görürsünüz ki,
yanınızda oturan zat-ı muhterem, kimi zaman tiyatro eleştirmeni bile olabilir,
sakız çiğnemektedir, eşiyle birlikte oyun boyunca da telefonlarına bakar,
herhalde dersiniz eleştiri yazısını oyunu izlemeden yazdı da geldi.
Herkese göre değişebilir dedim fakat yine de gösteri
sanatlarında ahlâk (morality ve ethics, kastım her ikisi de) olmak her iki
tarafı da ilgilendirir. Gösteriyi sunan kişinin de izleyenin de, eleştirenin
de, medya çalışanlarının da hepsinin ahlâklı olmasını beklemek ‘gösterinin’
varoluş, oluş hakkıdır. Belki de bu yüzden ilk oyuncu Thespis, Atina
sokaklarında dolaşırken deli deli hareket etmiştir de o delilik içinde kendini
ötekileştirerek milletin, sokaktaki insanın dikkatini iletisine çekebilmiş ve
amacına ulaşabilmiştir. Buradan şu önermeyi de gündeme getirelim, gecikmeden:
Sanatçının gösterisindeki niyeti ile iktidarın niyetleri örtüşmediğinde,
izlesin izlemesin o gösteri baştan sakıncalı damgası yemeye, ‘ahlâksızlıkla’
suçlanmaya adaydır. Bu yüzden örneğin, tiyatro kumpanyasının devlet yardımı
gibi bir iki ucu kaka bir olgudan uzak durması gerekebilir çünkü her hediye
gibi karşılıksız verilen bağış da bir beklenti, yaptırım, ketleme, hatta şiddet
kaynağıdır. Türkiye’de yasaklı internet sitesi sayısının 2014 başında 35.000 aştığını
da anımsarsak, iktidarın tanımı gereği ‘neyin doğru, neyin yanlış olduğu
konusunda halkın anladığının pek örtüşmediği söylenebilir. İnternet sitelerinin
sayısındaki artışa bakacak olursak, internet kullanabilen halkın da iktidarın
ahlâk anlayışı içinde ‘daha ahlâksız’ sitelere yöneldiği çıkarımı da olası.
İktidar kendisine karşı örgütlenen, büyüyen bir halkın haberleşme, örgütlenme,
başta sosyal medya alanları olmak üzere görüşüp fikir paylaşabilme alanlarını
‘ahlâksızca’ kapatabilir çünkü bu alanlar sakıncalı piyadeler yetiştirmektedir,
oysa hükümet ya da iktidar gerçek vatanperverlerin kendisini alaşağı edeceğini
bildiğinden ‘sakıncasız ötekiler’ yetiştirmeye devam edecektir ve ya da onların
sayısını artırmayı hedefleyen önlemler alacaktır.
Başta söylemem gerekeni bu bölümün sonunda söyleyeyim:
Ahlâk, “hulk” sözcüğünün çoğulu olup ‘huylar,
seciyeler’ demekmiş ya, neyin doğru neyin yanlış addedilmesi gerektiğine kimin,
kimlerin karar verdiğine de işaret eder ve sanatta ahlâk dendiğinde bir kişinin
huyundan, huysuzluğundan da söz etmek mümkündür ki kitlelerin o diktatörün
huyuna suyuna gidip gitmemek konusunda karar vermeleri de gerekir; ayrıca, felsefe,
din ya da inanç, hukuk, gelenekler, kültürel yapı vb. birçok yapı, kurum
belirleyici kuralların mimarı olabilir. Kendimi bu konuda, ahlâkın toplumdan,
bireyden bağımsız bir yapıya sahip olduğu görüşünü savunan Platon’a yakın
görsem de bana maruz kalmak en doğal hakkınızdır özdeyişini ironik olarak
kullanışım da bu yüzden. Oh Calcutta! benzeri oyunlarda bedenin (bir araç
olarak) sahnede çıplak olarak kullanımı bana göre ahlâksızlık sayılmayacakken,
tiyatro izlerken sakız cakkırdatmak ya da çekirdek çiğneyip cips yemek,
alışveriş torbalarını karıştırmak 60’lı yılların sonunda kimi Avrupa
ülkelerinde ve ABD’de yaygınlaşan çıplaklık modasından daha da ayıptır,
ahlâksızcadır.
İnsanlar, sanattan ve ilimden uzaklaştıkça ya da bir
başka deyişle, kozalarını sevip narsist sularda dejenere oldukça, gösteri
sanatlarının sahne bulduğu mekânları evlerinin kanepeleri gibi görmeyi de
sürdürecekler. Böyle seyircilerine sahneden çekiç vb. şeyler fırlatan
sanatçıları hiç kınamayalım, sabreden derviş her zaman muradına ermiyor çünkü
ve o izleyicilerin doğru öğretmenleri olmamıştır. Oyuncunun duası bunu da
örnekliyor.
Darüşşafaka’da daha on iki yaşımdayken müzik
öğretmenim, hep rahmetle andığım Tahir Sevenay, bize derste çalacağı plağın
tozunu silerken anlatmıştı, hiç unutmam: Avusturya’da, Viyana’da bir opera
izlerken, biraz sesli nefes alıyormuş da yanındaki izleyici uyarmış, lütfen
sessiz nefes alın, diye. Şimdi, ben Tahir hocam oldum. Yakınımda oyun
izliyorsanız, ahlaka mugayir davranmasanız iyi olur.
George Orwell’in 1949’da yayımlanan Bin Dokuz Yüz
Seksen Dört isimli romanından da esinle söylemek isterim ki gösteri sanatlarının
tamamı (TV rezillikleri de dahil) şimdiki zamanı ilgilendirir. Onu kontrol
eden, yöneten, ele geçiren, geçmişi ve geleceği de ele geçirir. Söz, müzik,
dans sunan için de dinleyip izleyen için de şimdi ve buradadır, iktidar bu
yüzden kitlelerin gösteriye katılımından çok edilgen izleyici olmasını yeğler,
Gezi direnişinde görüldüğü üzere.
Tiyatro özellikle ve genel olarak da gösteri
sanatlarının hepsi, bu yüzden hayatımızın ta kendisidir. Ahlâklı olmayı
öğrenmekten başka da seçeneğimiz yoktur. Bir kişinin, bir grubun (hegemonya
gereği) fikirlerini kitlelere dayatması en büyük ahlâksızdır.
Ahlâka mugayir ilk ya da kanımca tek örnek ahlâkınızı
başkasına dayatmaktır. Batsın o ahlâk! Bunu da şiddetle yapıyorsanız, o
fikirlerin, o ahlâkın beş paralık değeri yoktur.
Rumî bu yüzden şöyle der: “Edepli edebinden susar,
edepsiz kendisi susturdu zanneder.”
Kaynakça:
Eradam, Yusuf. 2004. Vanilyalı İdeoloji: Küresel Bellek Üzerine
Denemeler. İstanbul: Aykırı.
Eradam, Yusuf. 2010. Thespis’in Delileri: Tiyatroda Tek Etki.
Ankara: Efil Yayınevi.
İnal, Kemal (derleyen) 2013. Gezi, İsyan, Özgürlük: Sokağın Şenlikli
Muhalefeti. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Johnson, Terence (alıntılanmış) http://viewpointmag.com/2013/09/27/towards-a-history-of-the-professional-on-the-class-composition-of-the-research-university/
Kapferer, Judith. 2008.
The State and the Arts: Articulating Power
and Subversion. New York: Berghahn
Books.
Charles Marowitz
Oyuncunun Duası1
Ey Tanrı Thespis ve
Kutsal Kıvılcımımın Gardiyanı,
Yeteneğimi mala mülke
dönüştürmeden,
Ruhumu Refah için
satmadan önce
Tıpkı çocukken olduğu
gibi
Oynayayım bu gece.
Sınırsız Albenili Büyük
bir Şahsiyet gibi
Kovayım yüreğimden ve
aklımdan
Kendi baskın imgemi
Ve oyuncu dostlarımla
canlı bir bağ kurmam için
Yeterince bencil olmama
gücü bağışla bana.
Onlardan üstün olduğuma
inandığım,
Bunun için de bana
medyanın en titiz aydınlarının
Övgüler yağdıracağı
O anların zevkine kendimi
kaptırmama
Engel ol, Ey Thespis!
Ama izin ver ben
“yapayım” kendi an’ımı
Ve bir andan diğerine
süzüleyim zorlanmadan,
Egoizm ve o sinir
bozucu kibir olmadan.
Kurnazlık ve iblisçe
oyunları ile
Sevincimi boğazıma
tıkmaya ya da
Rolümü çalmaya kalkışan
meslektaşlarımı
Bağışlama gücü ver
bana.
Gecenin en etkileyici
sahnelerinden biri olduğuna
İnandığım o anda
olacaklardan
(Her şeyi bilen
Thespis, senin bile) habersiz olduğun
O kuliste çene çalan
Sanat Konseyi2 üyelerinin
Masum kafalarına
çalacağım öfkeyi
Al götür benden!
Anlaşılmaz konuşmak
Yalandan hastalanmak,
Ağırdan alıp rolümü
uzatmak gibi
Günahlara karşı koru
beni!
(Çünkü insan zarafeti
Sanat için
sömürülmemeli.)
Fermuarım sıkı sıkı
kapalı,
Gomum3 da
sağlam olsun.
Kiralık kostümlerim
içinde başım dik yürüyeyim
Ve vidaları gevşemiş
koltuk tıkırtıları,
Geciken ışıklar,
Eksik bir sahne gereci
Ya da en etkileyici
repliğimi okuduğum anda
Ön sıradaki kadının,
sanki önceden planlanmış gibi
Cümbüşlü öksürüğü
korkutmasın beni.
Oyunun sonunda
alkışları çok beklemeyeyim,
Halkın alkışlarına
açgözlüce sırıtmayayım
Ya da hınçlarını
kafamdan çıkarmak isterlerse,
Kabalık edip onlara
yiyecekmiş gibi bakmayayım.
Cümbür cemaat çevremde
dolaşan kameralara
Ve sahne gerisindeki
müttefik “eleştirilere,”
Başarısızlığın habis kanserden
sayıldığını
Kulis suratlarından
okuduğum dostların ağısına karşın
İşimi sürdürme gücü ver
bana, Ey Thespis!
Ve (gerçekten
unutmuşsam eğer)
Sanatın yaşamdan
beslendiği
Ve bir tiyatronun
havası
Ne denli zengin,
Cephesi de ne denli
görkemli olursa olsun,
Çevresinde, içinde,
sıradan insanların
Kahve yapıp tost
yaktıkları
Küçük bir yapı olduğu
Hatırlatılsın bana.
Yaşamım sanatım olsun
(“Yaşamak için” olmasın
sanatım),
Ve izin ver yaşayayım
sanatımı
O yüce noktaya değin ve
o an işte
Şunları gerçekten
söyleyebileyim:
Sanatımı yaşam için,
Yaşamımın kusursuzluğu
için kullanıyorum
Ve tiyatro buna değer.
Yaşayan, sanatımdır.
Ölen, yaşamım.
Türkçesi: Yusuf Eradam
- Charles Marowitz, “The Actor’s Prayer,” The Act of Being: Towards
a theory of acting. Londra: Toplinger Pub. Co., 1978: 106-108.
- Art Council Members (Sanat Konseyi Üyeleri) (ç.n.)
- Gom: Parçaları bir arada tutan yapışkan, kaygan madde.
1 Yusuf Eradam: İstanbul Kültür Üniversitesi, İngiliz
Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder