MACİDE TANIR (1922-2013):
HAYSİYET BAŞÖĞRETMENİMİZ!
&
Macide Tanır Sahnesi
2007, Cihangir
23 Mart 2009'da Macide Tanır Sahnesi'nin açılışında.
Çünkü seyircinin ve “imandır” diye nitelediği tiyatronun onu getirdiği zirvedeki sahnesinde hep kendisinden büyük, hep acılı kadın karakterleri oynarken seyirciyi hiç aldatmamış, oyunculuk anlayışına uygun olarak o karakterler olmuştur. Sebebini de şöyle açıklıyor: “Her gece anlayan bir seyirci vardır. Yoksa, ben varım.” Kendime ihanet edemem, demek bu. Bu yüzden işte, ne Türkçe’nin geçiştirilerek, özensizce kullanılışını, ne de oynadığı oyunlarda fark ettiği çeviri hatalarını görmezden gelebilir. Adı cadıya çıkacaksa çıksın, onun adı Macide. Haysiyetli kişi, böyle davranmak için doğmuştur. Haysiyetli olmak icazetini Mustafa Kemal Atatürk’ten, sırtını dayadığı, ona özgüvenini kazandıran babasından, sonra da Muhsin Ertuğrul gibi hocalarından almıştır.
Solda dudağını ısıran kız çocuğu, Mustafa Kemal Atatürk ile göz göze gelince heyecandan altına kaçırmış ya, ondan utancı.
Seçilmiş kişi olduğu doğuştan belli insanlar varsa, biri de Macide’dir. Kendisi buna inanmaz, güler geçer ama öyledir. Sırtını babasının ona güvenine dayadığını abartmadan söyler. Hem operayı hem tiyatro sınavını kazandığında babasının kendinden emin başını öne eğerek “tamam” jesti ile karşılık verişini “o kadar” diyerek yorumlayan Macide, babasının bu yalın tepkisinde bir babanın kızına güvenini özetlediğini iyi bilir. Tıpkı Fethi Naci’nin babasının, Fethi Bey polis tarafından götürülürken, “Senin oğlun komünist” diyen polise, babasının onun sırtını sıvazlayıp “Benim oğlum ne yaparsa, iyi yapar” demesi gibidir.
Erenköy Kız Lisesi'ni bitirdikten sonra, zengin bir ailenin gelini olmak ya da felsefe okumak yerine, babası İbrahim Bey’i dinlemiş:“Yüzlerce felsefeci var, binlerce zevce var. Bu memleketin mektepli sanatçıya ihtiyacı var, olabiliyor musunuz?” diye sormuş babası Macide’ye? “Emredersiniz efendim, nasıl olayım?” diye karşılık vermiş ve kendisini Muhsin Ertuğrul’un karşısında bulmuş. Yetenekli olduğu hemen anlaşılmış, hem operayı, hem oyunculuğu kazanmış. Tiyatroda karar kılmış. Tiyatroyu iman bilmiş. Haysiyet başöğretmenimizin beslenme çantasında Mustafa Kemal, babası İbrahim Bey ve Muhsin Ertuğrul ilk üç sıradadır.
Pendik istasyonunda iki büyük olay yaşamış Macide. Geleceğin sanatçısı olarak Ankara'ya uğurlanmış, efsaneleşmeden önce. Ama anlatmaya doyamadığı asıl Pendik anısı o daha 7 yaşındayken, "Canım benim, bitanem" dediği Atatürk'e 6 Ağustos 1929'da çiçek verişi. Macide'yi süsler püslerler. Macide Atatürk'ün yüzüne bakınca sözlerini unutur ve utancından altına kaçırıverir. Atatürk onu kollarına alır kaldırır, “Benim kızım olur musun?” diye sorar. Evine dönünce, Macide diş fırçası ve geceliğini alıp kapıya yönelirken babası “Ne o, bizi bırakıyor musun?” diye sorunca gidemez. Daha sonra, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım rolünü iki kez oynayacaktır. Zeki Müren onu sahnede izledikten sonra ayağa kalkıp alkışlamış, ayaklarına bakarak. Macide, niçin yüzüme bakmıyorsunuz diye sorunca da, “Sultanım, ben kimim ki sizin yüzünüze bakayım,” karşılığını almış Müren’den. Aynı kafa içinde üç Macide 89 yıldır yaşıyor. Daha çok yaşasın dilerim.
2008, Cihangir'deki evinde Mozart'ın çizimlerini gösteriyor. Ona sarılıvermek isteyen kollarımı ceplerimde dizginlemişim, belli ki.
“Herkesten çok büyük sevgi, saygı gördüm ama kendimi en çok ben kendim saydım.” Böyle bir cümleyi söyleyebilecek kaç kişi vardır? İşte bu yüzden, Cumhuriyetimizin haysiyet başöğretmeni olduğu için de, Ankara’daki Akün Sahnesi Macide Tanır Sahnesi olmalıdır. ‘Haysiyet’, öğrencilerimin öğrenmekte güçlük çektiği “gerçek birey” olmak bilincinin olmazsa olmaz ilk önkoşuludur. Diğer iki önemli önkoşul, özgürlük (bağımsızlık) ve vefadır. Haysiyetli olmayı öğrenmiş kişi, kendisinin ve onu haysiyetli yapanların yol kazandırdığı sanatının özgürlüğüne, başkalarının özgürlüğüne ve kimliklerine, haklarına saygılı olmayı ve ona emek verenlere vefalı olmayı da bilir. İnsana, gençlere bu doğrultuda örnek olabiliyorsanız, siz de gelecek kuşaklara haysiyetli bireyler olmayı öğretiyorsunuz demektir. Macide benim simurglarımdan biridir ve onun evine kabul edilmek, elinden çay içmek, ona dondurma ve gün kurusu almak beni onurlandırır. Bize can verenlerin, hep canlı tutulması gereklidir de ondan. Simurglar ancak böyle ölümsüzleşirler. Onları hatırlayan son kişi de yitip gidene kadar ölümsüzdürler.
Bu yazıyı yazmadan önce Genco Demirer'in Tiyatro Tiyatro dergisi için hazırladığı “Sahnede Bir Ömür” isimli o değerli belgeselini bir kez daha izleyeyim diye koydum DVD gösterire. İzledim, ağladım. Derken elektrik gitti. Telefon edeyim Macide’ye, müsaitse gideyim. Aradım. Saat 17.00 gibi anlaştık. Ben Yusuf dedim, o Yusuf Eradam dedi.
Macide Tanır’ı bir kez daha gündeme getirişimin sebebi 89 yıllık Cumhuriyetimizin yaşında ve aydınlık yüzü oluşu ve 2008’den bu yana çığırından çıkan iktidar oyunları ile hastalanması ve Haberal’ın hastanesinde bakıma alınmasının ardından 1 Nisan 2011’den itibaren de evinde dostlarının ziyaretine açık olduğunun bilinmesini istememdir. İlk ziyaretimde “vardığım nokta hiçlik” demeseydi, telaşlanmazdım. İkinci ziyaretimde baktım salona çıkmış, dostları ile yine sohbette, şakalaşıyor eskisi gibi. Dostlarının, komşularının ve tüm varlığını bağışladığı Türk Eğitim Vakfı yetkililerinin ilgi ve bakımı altında şimdi. İyileşip ayağa kalkacak, Haziran’da seçimde oyunu atacak. “Azim abidesi!”olacak Macide’nin yeni adı.
Elizabeth Bishop’ın şiirlerinden okura geçen kaygıyı bilir misiniz? “Sadece gözlem yapıyorum diye ya dışlanırsam?” kaygısı. Macide’nin böyle bir kaygısı hiç olmamış gibidir. Ödün vermeyen tavırları ile dışlanma, dışarıda kalma kaygısı onun semtine uğramaz. Haysiyetli yaşadığını bilen kişi, ödülü de bedeli de soğukkanlılıkla karşılar.
18 Nisan 2011 ziyaretimde, hep yaptığım gibi çaldım kapısını: Ürkerek ve usulca. Poe’nun kuzgunuyum sanki. “Bir kitap daha yazacağım. Öyle önemli şeylere tanık oldum ki” dedi. Sonra da “Dondurma istiyorum, sade sapsade”. (emri yerine getirildi, yedirildi). Elimi tuttu, öpücük gönderdi, elini öpmeme izin verdi, dondurma almaya gidiyorum deyince yattığı yerden bir eliyle şıkıdım şıkıdım yaptı.
Beni görünce, gözlüğünü çıkardı, Cumhuriyet gazetesini okumaya ara verdi. Koluna dokundum, sevdim. Gözlerimin içinden ayırmadı gözlerini. Samimiyetimden emin olmak ister gibiydi.
Yatak odası penceresinden baktım: “Aaa, ‘sen antuan’ görünüyor’ dedim, ilk kez giriyorum ya bu odaya. “Sentantuan” diye düzelterek ulama (liason) yapmadığımı anımsattı. Doğru ya, diyerek hatamı kabul edince de, bütün canını toplayıp “bu da sana kapak olsun” ayıp jesti ile beni güldürdü. Yanından ayrılırken, “Emriniz var mı?” diye sordum. Böyle sorarsanız, böyle sormamanız gerektiğini “Var” diyerek belli eder. “Nedir peki, emriniz nedir?”
“Kız Kulesi’nin karşısında yüzen bir ev istiyorum” deyince, peki dedim, ondan kolay ne var. Halılar kilimler toplanmış, bir yere mi gidiyorsunuz Macide?
22 Nisan ziyaretimdeyse başka dostları da vardı. Yataktan kalkmış, salondaki koltuğuna oturmuş misafirleri ile sohbet ediyordu. Pek güldük. Siyasilerden birileri kapışmışlar da, ah keşke biraz daha da kapışsınlar diye tırnak sürttük. Cıdır da atalım dedim, Niğde, Bor ağzımla. Bilmiyormuş bu yerel deyimi. Anlattım, diğerleri kapışsınlar diye bir çeşit nifak tohumu ekmektir. “Öfkeyi tahrik eden nokta” diyor sözlük.(Bkz.http://tdksozluk.tumgazetemansetleri.com/anlami/c%C4%B1d%C4%B1r-ne-demek.html)
Cıdırı atarsınız, sonra kenara çekilir tırnak sürtersiniz ki iyice kapışsınlar. Pek güldü. “Güzelmiş” dedi.
Çayın yanında gelen bisküviyi ısırırken ben, “Bir kırt süresince düşündün” dedi. Efendim? “Isırırken, düşünür insan” diye ekledi.
“Sizin hakkınızda haddim olmayarak bir yazı daha yazıyorum Macide Hanım” dedim.
“Estağfurullah. Bizi buluşturan, seviştiren de sizin bu zarafetiniz işte,” dedi. Şimdi, bunu yazarken yine ağlıyorum. Tophane’den bana doğru “Goool” çığlıkları geliyor. 24 Nisan 2011, Pazar. Alem top peşinde. Ya ben? Sivas’ta, Madımak’ta yitirdiğimiz dostum Behçet Aysan’ın dizeleri çınlıyor kulağımda: “Kara bir hayatın ortasında/ şimdi yitik zaman peşinde.”
Macide ve tüm simurglarım ile birlikteyim. Bu kara günler de geçecek, umarım.
2007 "Musalla Taşı Sakinleri/Cihangir'den İnsan Manzaraları" 4. Fotoğraf sergimin açılışındaki konserimde beni dinlerken. Kucağında da fotoğraf kitabım. Yer: MaviKum Kitabevi. Foto: Ragıp Ertuğrul (Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Başkanımız)
Bu yazımın başlığını söyleyince kendisine, kostaklanıyormuş gibi omuzlarını oynattı. Misafir hanımları gösterip “Kıskanırlar şimdi” dedi. “Böyle şıkır şıkır oynadığınızı yazmayacağım ama dedim. Kaşlarını kaldırıp, ‘yazma sakın’ mimiği yaptı. Yazar mıyım hiç.
Foto: Ragıp Ertuğrul
(İnsanın uzaktan ilah bildiğine dokununca da ilahı değerini yitirmez ya, nadiren de olsa, o nadir anlardandır bu, teşekkür ederim Ragıp'cım.)
Evime dönerken Kız Kulesi’nin fotoğrafını çektim. Eminönü-Üsküdar hattının vapurlarından birine adının verildiğini görse de Kız Kulesi yanından geçse her gün.
Arkasında, Edgar Allan Poe’nun kuzgunu gibi tek kara tüy bırakmaz Macide.
Oysa kargalar bastı her yanımı Macide. Kalk gidelim Dolmabahçe’ye. Çevredeki masalar yine “A, ben bu sesi bir yerden tanıyorum” diye atlasınlar. Sen yine kız onlara, “Tiyatrocu değilim, ben oyuncuyum” diye ver derslerini. Özenli, incelikli, haysiyetli olmayı öğret yine herkese. Kim ne derse desin. Atana yakın ol. Sen kahveni iç, ben çayımı. Denize bakalım. Gelecek güzel günlerden söz edelim. Kalk Macide. Ben sütümü içtim, sen de azıcık yemek ye de canlan biraz daha. Manolyalar da açar yakında. Dokunmadan sevelim manolya çiçeklerine de sararmasınlar. Ağaçlar ayakta ölür Macide. Kalk. Safamız olsun. Kalk da, “sentantuan’a” gidelim, Bach dinleyelim.
Ayağa kalk Macide. Millet, “Tarih geliyor!” diye ayağa kalksın. Kalk ki haysiyetimiz ayakta dursun.
Kaçımızın senin yüzüne bakmaya yüzü kaldı acaba?
Kalk Macide, kalk da herkes bunu anlasın!
24 Nisan 2015 notum:
Macide Tanır Sahnesi hakkında kısa yazım:
MACİDE TANIR SAHNESİ
Macide’nin yüzü ve sahnesi, Cumhuriyetimizin yüzüdür, yüz
akıdır.
Dünyanın en önemli
oyuncularından ve Türkiye Cumhuriyeti tiyatrosunun başyapıtı Macide Tanır’a 80
kişilik Moda Kültür Merkezi sahnesinin adı ve tiyatronun anahtarları 23 Mart
gecesi içtenlikli, sıcak bir etkinlikte verildi. Adını sahiplenen genç oyuncular,
umarız o salonun hacmi kadar som altın taşıdıklarının bilincinde çalışırlar.
Can dostu Gencay
Gürün’ün teşviki ile gerçekleşen bu vefa gecesinde aralarında Devlet Sanatçısı,
Ağaçlar Ayakta Ölür gibi oyunlardaki dağları
taşları inleten oyunculuğuna verilen ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödüllerinin toplamı 52
etmiş. Adını taşıyan tiyatroda Macide Tanır, her zamanki zarafeti, içtenliği,
şakacılığını giyinip sahne aldı ve tiyatro sevdasına ilişkin, karakterine, tiyatro
ve sinemada elli yılı aşkın sağlam duruşuna ilişkin ipuçları verdi, izleyene,
anlayana. 1922 doğumlu diyor kayıtlar, ama o diyor 58 yaşındayım. Taksi şoförü
sormuş ya, “Hanımefendi 60 var mısınız?” O da gösteriyor muyum o kadar diye ima
edince, taksi şoförü de demiş “N’olmuş yani iki yıl fazla tahmin ettiysem?”
Öylesine genç. Çok yaşa, pek çok yaşa Macide!
Macide’nin yaşı
kadar yaşıyor Türkiye Cumhuriyeti. O da görüyor sevinçle kimi zaman, ama çoğu
zaman da kederle görüyor. Bu görebilme yetisi, ona hem ödül, hem de bedel. Keşke
görmeseydim dediklerini de görüyor çünkü. Geçen yaz, Altınoluk tatilinin
burnundan gelişi bu yüzden. Beş yaşındayken Pendik’te onu süsleyip püsleyip
Atatürk’e çiçek vermek üzere seçmişler. Atatürk’ün gözlerine bakıp çiçeği
verirken heyecandan altını ıslatıvermiş. O, utançla dudağını ısırırken de
birisi fotoğrafını çekivermiş.
“Ben koyu
Atatürkçüyüm,” diye başlıyor konuşmasına. Anlatmaya doyamıyor hayatının
incelikli yanlarını. Ağzından çıkan her sözcük, salondaki sevenlerinin kulağına
küpedir, derstir, yaşantısal bilgidir, imrenip kucaklanası, izinden gidilesi
bir yoldur onun yaşamı. Oyunculuk okullarında “Macide Tanır Oyunculuğu” başlıklı
bir ders mutlaka olmalı. “Sadece, tiyatroya gönül vermediyseniz, tiyatro sizi
hemen terk eder” der. Onun tiyatro dediği, sizin idealinizdir. İdealinizi ihmal
ederseniz, onu yitirirsiniz, bunu söyler Macide size çünkü “tiyatro imandır.”
Macide: 1970’li
yıllarda tanımaya başladığım, Ankara sahnelerinde birkaç oyununu izlediğim,
sonra radyo oyunlarındaki sesi ile büyüdüğüm kadın. O mağrur bilinç. Kifayetsiz
muhterislerle aramdaki köprüleri yıkmayı, ait olmadığıma inandığım yerlerin
kapılarını çarpıp çıkmayı, değerimi sokakların, mahallem gibi yaşama
alanlarımdaki insanların anlık tepkilerinde görmeyi yeğlemeyi o mağrur
bilinçten mi öğrendim acaba?
“Şanslıyım,”
diyor Macide Hanım, “Hayatta her şey bana altın tepsi içinde sunuldu.” Carl
Ebert ondaki yeteneği görüp “Bir yıl okusun konservatuarda yeter” demiş. Muhsin
Ertuğrul “Evlenme” demiş de Macide “Evleneceğiz, karar aldık” deyince de ustası
“O zaman çocuk doğurma” demiş. Doğurmamış Macide. Kendini doğurmuş. Onun çocukları
hepimiziz, onun çocukları ellinin üzerinde kallavi kadın karakterler. Hiç pişman
değil ‘canım Macitcim’den bir çocuğu olmadığı için, ama sahnede oynadığı
karakterler acaba şimdi ne yapıyordur diye de merak ediyor, tıpkı annemin beni
bedeninden türettiği için sevişi gibi, o da bedeninden türetmiş o acılı
kadınları, anneleri. Kendisini, bedenine, aklına, kalbine yerleştirip
türettiklerini çok seviyor. Onlara saygısından, sigarayı da bırakıvermiş.
Sadece klasik müzik dinler. Sizi dinlerken,
aynı fikirde değilse “Hadi oradan!” diye bağırıverir. Beğenirse söyler, kulise
gider, beğenmezse usulca sıvışır. Yalan söylemez. Kalp kırmaktan çok korkar, kedi köpekten korktuğu
kadar. Ama evinin altındaki erkek kuaförü Murat Bey’in sokakta bulup sahiplenip
ameliyat ettirdiği köpek için de emekli maaşını teklif edecek denli cömerttir. O
da bir şey mi? Hayır işlemek konusunda da örnek bir vatandaştır ya iğneden
ipliğe bütün varlığını Türk Eğitim Vakfı’na bağışlamıştır. Zeki Müren onu
ayakta alkışlarken Macide Hanım’ın yüzüne değil de ayaklarına bakarak
alkışlarmış. “Niye?” diye sorduğunda ise Müren demiş ki Macide’ye: “Siz benim
Kraliçemsiniz, yüzünüze nasıl bakarım.” Evet, Macide çok kişinin sevgilisi, ama
onun iki sevgilisi var: Tiyatro ve Türkiye Cumhuriyeti.
Bu yüzden sevdiği
erkekler arasında Mustafa Kemal başta gelir. Muhsin Ertuğrul, Yıldırım Önal ve
tabii ki babası İbrahim Bey’i ilk sıralarda sayar, hayatını kendi yazdığı bir
piyes gibi sahnede anlatırken. Onun sahnesi her yer artık ve Macide bir anlatıcı,
bir dengbej. Tiyatronun Cadısı adlı
kitabında anılarını toplamış (Bilgi, 2000). Kitabını okuyup bitirmeden bana
evinde çay içirmedi. Bitti, geleyim mi dediğimde ise kitaptaki bazı anıları
anlattı. Her biri hayat dersi anılarını kitaptan okumak ve onun cismi karşımda,
sesi kulağımda dinlemek arasındaki fark anlatır gibi değil. Evinin salonu
Atatürk Kültür Merkezi’nin büyük sahnesi oluverdi. Ona yüz sürmek, ona
dokunmayı hayal edemezken, elinden çay içmek, öykülerini evinde canlı canlı
dinlemek, izlemek bir ödüldür.
“Gölgesinde mevsimler boyu” oturmak istersiniz.
Çınar, derviş, diva benzeri isimler ona bu yüzden takılır. O, bu isimleri hiç
takmaz. “Ne haliniz varsa görün” der. Müstakil, birbaşına yolunda dimdik hep
yürümüştür ya, kimseye eyvallah demek için duraksayamaz. “Kişiliğimin
şekillenmesinde önemli bir yeri vardır” dediğim bu abideyi gördüğüm yerde ayağa
kalkmışımdır, o görsün görmesin. Kısmet işte, yıllarca hayran hayran izle,
dinle sonra Cihangir’de komşu ol. Mavikum Kitabevi’nde 2007 yılında açılan
fotoğraf sergimden yüzünü esirgemedi. Gerisinde manav görüntüsü ile. Cihangir
festivalinde bu fotoğraf Akarsu Caddesi girişinde de sergilendi. Macide
Tanır’ın arkadaşlarından biri olabilmek de hem ödüldür, hem de bedel. Macide,
hayatınızın vazgeçilmez bir parçası oluyorsa, haysiyetli yaşamanız gerekir ona
lâyık olabilmek için. Bedel budur ki aslında ödüldür. Birçok başka ödülden
vazgeçmeniz gerekir.
Macide Tanır’ın
sahnesi Türkiye Cumhuriyeti’dir, tiyatrosudur. onun yüreğini, disiplinini örnek
alanlar içinse, Türkiye tiyatrosunun geleceğidir. O, tiyatromuzun cadısıysa,
Türkiye umarım bir gün cadıdan geçilmez. Bu büyük oyuncuya, bir tiyatronun adı,
anahtarı verilmesi elbette doğru bir karardır. Keşke Devlet Tiyatroları’nın
sahnelerine de adı verilse, Ankara’da, İstanbul’da ya da yurdumuzun birçok
yerinde. Ona verilmesi gereken anahtar, Türkiye Cumhuriyeti’nin anahtarı
olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni sahiplenenlerin kalbinin, aklının anahtarını
çoktan almıştır, o bunu bilir, gururla ve adıyla müsemma haysiyeti ile de taşır.
Şimdi sahneye
çıkmıyor çünkü oynadığı rol en zoru. O Macide Tanır. Ana Tanrıçadır artık.
Giderek daha da koflaşan hayatımız ve sanatımızın, yağmalanan kültürümüzün,
Cumhuriyet’imizin kederini yaşayan bir anayı oynuyor ve “gözlerinin dolduğunu
kimsenin görmemesi gerek, çünkü o kadın ağlayamaz, ağlamaz.” Ona tiyatrocu ol,
diyen babasının ölümünü bir mektuptan öğrenmiş, ağlamamış da sonra bayılıvermiş
ya, Murathan Mungan’ın şu dizesini sevişi bu yüzden:
"Ağlamayı aşan bir derinlikteydim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder